Header Ads

Hikaye: Ahri | Santir Efendinin Notları: Nehrin Hanımı

Sınıf, sessizlik! Burası Noxus hanı mı böyle? Tüylerinizi çıkarın, kalem de olur kömür de amaan yazacak bir şey çıkarın hadi sallanmayın!

Eh, nerede kalmıştık? Hah, evet! Ben ihtisasımı, yani uzmanlığımı Vastaya'lar üzerinde yapmıştım. Aramadığım kaynak, okumadığım kitap yoktur. Şu duvarda gördüğünüz kurumuş çiçekler var ya? İşte onlar bana çook öncesinden kalan bir hediye. Hem de şu göbeciğimin olmadığı zamanlardan kalan bir hediye. Aman gülmeyin! Hem bu göbekçik pek de yakışıyor bana. Gragas mı? Sensin Gragas, hadsiz! 

Hediye konusuna gelirsek... E aslında hediye mi bilemiyorum ama ben öyle adlandırıyorum. Hem ne fark eder? Hoş bitkiler bunlar. Ki aslında cisimler bizim onlara baktığımız kadarıyla değerlidir zaten. 

O çiçeklerin hikayesi uzuun uzun zaman öncesindeydi. Bu Eduard Santangelo'nun hikayeleri gibi eksik de değil, abartı hiç değil. Tamam bahsi geçen Vastaya'dan ben de biraz etkilenmiş olabilirim ama aranızdan kim karşı koyabilirdi ki? Ben en azından denedim! Anlatmamı mı istiyorsunuz? E daha maraileri işleyecektik. Amaan tamam tamam, ama çıt çıkmayacak, gülünecek yerde haber veririm ben size!

Henüz öğretmen olmadığım günlerden birinde birtakım ismi geçmemesi gereken yerlerden aldığım fonlarla vastaya diyarlarını bir bir gezmeye başlamıştım. Yeni yeni çiçekler, ağaçlar, böcekler ve insansılar. Hepsiyle karşılaştım! Ormanın içlerinde yetişen şifalı mantarların hikayelerini bile duymuştum.

Öncelikle karanlığın ortasında niye ormanın içindeydim hiç bilmiyorum. Sanırım şu her yerde bahsi geçen mantarları arıyordum ki bilimsel makaleler yazayım. Öyle görünüyor ki deneylerimi fazla kaçırıp ve kendimi bir anda vastaya ormanlarında bulmuştum. 

Farklı vastayalılar kötü kötü şeylerin peşinde.


Her yer karanlıktı, gece kuşları ötüyor, her yönden daha önce hiç duymadığım hırıltılar duyuyordum. 

Korku benliğimi kemirse de gençtim tabii o zamanlar. Yüzümün korkudan kararışından başka hiçbir belirti yok üzerimde. Hiç titrer miyim? Beni tanıyamamışsınız! 

Hışırtılar artmaya başlamış, ben elimdeki çamdan kesilme yürüyüş asamı pek bir kuvvetle kavramıştım. Hışırtılar yaklaştıkça nefesimi bile tutar olmuştum. Karşıma ne çıkacağını kim bilebilirdi ki?

Ama o an görmüştüm her şeyi. Karanlığın ortasında, çimenlerin arasında tüm akışkanlığıyla bir silüet hareket ediyordu. Adımları bir kedi kadar dikkatli, bir kuğu kadar zerafet doluydu. Sanki bastığı toprağın üzerinde filizler büyüyor, çiçekler açmak için birbirleriyle yarışıyorlardı.

Gördüğüm hiçbir vastayaya benzemiyordu. Bu gerçek miydi? Hem de şu an sizin karşınızda olduğum kadar gerçek! 

Ahri | Nehrin Hanımı

O an anlayamamıştım ama orada olduğumu biliyordu. Karanlığın ortasında nehre doğru yürürken saçlarındaki ipi açarak etrafı izliyordu. Balıklar hür bir neşeyle etrafından dolaşıyor, ona dokunmadan ama onun zerafetine uygun bir şekilde geçip gidiyorlardı. 

Elbisesini nehrin kıyısındaki taşın üzerine bırakmıştı. Suyun ortalarına doğru uzanmış, vücudunun üzerinden akıp giden balıkları seyrediyordu. Ay sadece onu aydınlatıyor sanardınız, öyle güzel görünüyor, öyle hoş parıldıyordu ki...

Ben... Ben sadece o son anı hatırlayabiliyorum şu an. Hayır canım, yaşlılıktan değil. Sakince bana dönmüştü yüzünü. Gözlerindeki o sıcaklığı saklandığım yerden hissedebiliyordum. Sanki o anı yaşamak için doğduğumu hissettiriyordu bana. 

Saçlarının hareket edişi, ellerinin üzerinde parlayan pespembe bir ışığı hatırlayabiliyorum sadece.


Sonra... Sonra nehrin kıyısında sırılsıklam bir şekilde uyandığımı fark ettim. Ağzım kupkuruydu, günlerce yemek yememiş gibiydim. Tuz kollarımı aşındırmış gibi görünüyordu. Ama ben hiçbir şey hatırlamıyordum, sadece gözleri ve zerafeti.

Şişko Vastaya (Yanacıklara bak!)


Evet bu olaydan sonra üç gün üç gece tir tir titredim. Üzerimde sadece şu duvarda çerçeveli bir şekilde duran çiçekler ve kalın mı kalın bir not defterim vardı sadece. nehir iyice kabarmış, ayak parmaklarımı ıslatıyordu. 
O şişko vastaya, şimdi türünü hatırlamıyorum ama, elindeki çubukla burnumu dürtüyordu. 

O anın hatırası zihnimden yavaş yavaş silinirken o suçsuz yaratığa  patlayıvermiştim boş yere. Eşyalarımın bir kısmını nehrin kenarlarından toplayıvermişti benim için. 

Yüzündeki kırgınlığı ona anlattığım tatlı hikayelerimle düzeltivermiştim. Umarım beni kötü kötü hatırlamaz, baya yaşıyorlar çünkü.

Kaldığım yere geri dönebildiğimde, ki nasıl başardım hala bilmiyorum, battaniye üstüne battaniye örttüler üzerime. Bol bol da su vermişlerdi, maden suyuyla limonu karıştırıp veren bile oldu. Tadı da hoştu şimdi doğruya doğru.

Limonlu soda be!

Bu serüvenin sonunda yerel halka, yani akıllı vastayalara sorduğumda göre Nehrin Hanımı diyorlardı ona. Tüylü, uzun kulakları, ay gibi parlayan yüzü ve, ve... Evet, yani güzeldi işte. Gördüğüm hiçbir vastayaya benzemiyordu gerçekten. Cana yakınlarını, saldırganlarını, çirkinlerini ve tatlı, pofuduklarını bile görmüştüm. Ama Nehrin Hanımı...

Aah ah. Yıllar geçti, belki bir yarım asır geçmiştir ama o hala orada biliyorum. Oralarda bir yerlerde ve güzelliği hala ayla yarışır. Belki bir gün yeniden görürüm, belki bir gün. Şu Zaun'da çok güzel makinalar varmış, insanları yaşına bakmaksızın yürütebiliyormuş. Zaun'lu olanınız var mı? Çocuğum, sen Zaun'lu muydun? Teneffüste yanıma gel bir bakayım, bir güzel konuşalım. 

Ee, nerede kalmıştık? Açın şimdi ders kitaplarınızı, çalışma vakti geldi. Homurdanmayın homurdanmayın! Merak da etmeyin bende hikaye bol, yine anlatırım.

Zaun'lu, ismin neydi? Aman neyse, teneffüste yanıma gelmeyi unutma daha konuşacağımız çok şey var!


Hiç yorum yok