Cassiopeia: Karanlık Bulutlar Yaklaşıyor! | Bölüm 7
Olay yerinde sanki katil o değilmiş gibi gün ışıyana dek
kuytu bir köşede bekledi, bekledi ve bekledi... Bulunduğu bölgede sokağı,
insanları, yolları, kaldırımları, evleri yani kısacası gözüne çarpan her şeyi
incelemeye koyuldu. Etrafına bakıyor da bakıyor, artık güneş kendini iyiden
iyiye göstermeye başlamıştı ama neyse ki bulunduğu sokak o kadar ıssız ve kasvetliydi
ki öğle saatinin ortasında dahi puslu ve karanlık duruyordu. Bir an bulunduğu
yere tekrar bakarak doğru bir sokak seçtiğini bir kere daha anladı.
Bir an içinde bulunduğu düşüncelerden sıyrılıp çıktı çünkü
su taşıyan bir kızın cıyaklamalarını ve çılgınca bağırışını duydu. Bulunduğu köşeye
iyice sinerek olanları gözlemeye başladı. Uzun ve kirli bir elbisenin içinde
sağ boynuna büyük bir su çanağı koyarak ilerleyen kızın, cesedi gördükten
sonraki çırpınışları ve haykırışları Cassiopeia’nın başını döndürmüştü. Korku
ve çığlıklar onu pişman etmek şöyle dursun sanki yeni bir cinayete de ramak
kalmasına neden oluyordu.
Kendini tuttu, henüz ortaya çıkmanın akıllıca bir davranış
olacağından şüpheliydi. Çünkü insani yanı gitmiş de yabani bir hayvan gibi her
önüne gelene saldıran bir yaratık damgası yemek istemiyordu. Evet, çılgınlığı ve vahşeti seviyordu. Önceki gibi birilerini öldürmek için bir neden aramayı da
bırakmıştı ama şu anda iş başkaydı. Soylu Du Couteau ailesinin şöhretini
gölgelemek istemiyordu. Zira değişim geçirmiş olsa da hala tanınabilirdi.
Cassiopeia bir müddet düşündü. Bunu kendi lehine nasıl
çevirebilirdi? Evet, ortada parçalanmış bir ceset vardı ve suçu işlese de,
işlemese de üstüne kalabilme olasılığı yatıyordu ama bunu istemiyordu. Çünkü etrafta
dolaşan dedikoduları o da duymuştu. Kendisi hakkında konuşan insanlar onun bir
canavara dönüştüğü konusunda sürekli bilgi kovalıyordu. Bu durum hem aileyi hem
de annesini tehlikeye sokardı. O zaman yapılacak iş belliydi. Kana susamış bir
canavardan bir kahraman yaratmaya karar verdi.
Tekrar evlerin çatılarından geçerek hızlıca eve gitmesi
gerekiyordu. Planlar hazır sadece bunu uygulamaya dökmek kalmıştı. Eğer başarılı
olursa saklanma gereği duymadan artık gündüz vakti de dışarı çıkabilecekti. Kendi
zindanında hava kararana kadar tekrar bekledi, aynı şeyler tekrar olacak yine
bir suçlu cezasını bulacaktı ya da suçsuz ne fark eder!
Ay tepeye ulaşmış, yarım bir küre şeklinde ortalığı olağanca kuvvetiyle
aydınlatıyordu. Bu sefer başka bir karanlık sokakta dikey çizgili yeşil
gözleriyle etrafı kolaçan ediyordu. Derken yine birilerinin sesini duydu. Pespaye
görünüşlü iki kişi sokağa giriş yapmıştı.
İki erkek, pek güçlü ve kuvvetli oldukları söylenemez,
üstelik ikisi de sarhoş. Cassi, gülümsedi ve bir an gökyüzüne ve evlerin
çatılarına baktı. Bu bir yoklama değildi, bunun ancak bir özlem olduğunu
söyleyebilirdi. Aylar olmuştu, artık bu tutsaklık bitecek ve özgürlüğün tadını
tekrar tadabilecekti. Tekrar o ölümcül gözlerini iki zavallıya çevirdi. Aslında
ölmeleri gerekmezdi kendi namına da bu iki zavallı nahoş kalırdı. Daha güçlü
rakiplerin peşindeydi. Ama bunun yolu bu sokaktan ve iki cesetten geçiyordu.
Cassiopeia sessizce çatıdan inerek önceki akşam olduğu gibi karanlıktan faydalanarak gölgelere çekildi. İki parlak yeşil gözle
kurbanlarını incelerken yine hazzı yaşayacağı için adeta göğsünde bir ateş
yanıyordu. Kendi pençelerini derisine geçirdi. Anlaşılan artık kendini tutmakta
hayli zorlanıyordu. İki kurbanın iyice yaklaşmasıyla atağa geçen Cassi, bir an
ne olduğunu bilemeden ortada kalakaldı. Adamlar gitmişti! Etrafına bakındı ama
kimseleri göremedi. Bir anda öylece iki sefil nasıl yok olur!
Derken kalın bir erkek sesi duydu ve sesin geldiği yöne
doğru hamle yaptı ama adamları bir türlü bulamadı. Midesine bir sancı girdi,
korkmuyordu ama avcı olmayı planlarken sanırım bir ava dönüştüğünü anladı. Sokakta
yalnızca iki adam vardı, şimdi ise en az 30 kişi saydı. Ellerinde mızraklar,
hançerler, kılıçlar ile kesici ve delici olan her şey vardı. Anlaşılan bu
aptallar Cassiopeia’yı yani en güçlü silahı böyle komik bir yolla öldürmeye
gelmişlerdi.
Güldü ve anında harekete geçti. İlk önce elinde uzun saplı ucunda orağa benzeyen bir bıçak taşıyan 2 kişiye yöneldi. Tam bıçaklarını kaldırdıkları sırada Cassi öyle hızlı hareket etmişti ki daha onlar ne olduğunu anlayamadan kaskatı kesilmiş bir vaziyette öylece kalakaldılar. Kıpırdayamıyor, elleri havada ecellerinin yaklaşmasını seyrediyorlardı. İkisi de oracıkta paramparça bir halde etrafa saçıldılar. Manzarayı görenler ilk başlarda korksalar da sayısal üstünlük hala bir nebze de olsa cesaret veriyordu. Üç kişi daha ellerinde kılıç ve sivri uçlu güllelerle ona saldırdı ki nitekim hiçbiri onun dengi değildi. Yine ani ve çevik bir hareketle üçünü de aynı yöntemle öldürdü. Kalanlar şaşkın bir vaziyette kaçmaya yeltenseler de artık çok geçti. Peşlerinden hızlıca sürünerek avlarına yaklaşan Cassiopeia, “Kaçmak yetmez, uçsanız dahi kaderinizden kaçamazsınız!” diyerek hamle yaptığı iki kişiyi daha ağzından çıkan asitle oracıkta eritmişti. Kalanlar yine bir cesaret edip savaşmışsa da başarılı olamamışlardı. O kadar çok kan akmıştı ki sokak boydan boya kızıla boyanmıştı. Artık yalnızca 4 kişi kalmıştı. Bir hamlede önce ikisini, sonra birini daha sonra da kalan son kişiyi de vahşice öldürmüştü.
"Bu his anlatılamaz, kelimelere asla ama asla sığamaz. Bakıyorum,
görüyorum, dokunuyorum. İçimde öyle bir coşku var ki bunu sana nasıl anlatabilirim? Her şey değişmiş, gördüğüm her nesne sanki benim için çalışan
bana yardım eden bir silah olmuş. Mesela: elime bir vazo alıyorum ve anında içi
zehirle doluyor. Aynı anda 30 kişiyi birden öldürecek kadar ölümcül bir silaha
dönüşüyorum. Yine elime başka bir nesne alıyorum mesela bir tarak! Ellerimde bir
gövdesinden dışarı çıkmış sekiz ayrı dişli çıkıyor ve hedefe doğru amansız bir
mızrak oluyor, göz bile açtırmıyorum.
Tabi bunlar basit şeyler mesela elime bir hançer veya bir mızrak
aldığımda ise onları usulca yere bırakıyorum. Zira olacaklardan kendim bile
korkar hale geldim. Ancak! Bu seni yanıltmasın. İnanır mısın bilmem ama ben çok
mutluyum. Kendim olmaktan, yeni ben olmaktan, yarı yılan olup silahın ta kendisi
olmaktan. Zira düşmanlarımın elinde benden çalacakları bir nesne yok çünkü
bu çalınamaz, devredilemez veya saklanamaz. Neden biliyor musun? Çünkü silah
benim!
Geçen günkü hadise hakkında beni haksız yere sorguladın. Beni
haksız yere suçladın. Sevgili anneciğim, ben Cassiopeia’yım. Du Couteau'lara mensup bir ailenin en güçlü mensubuyum. Tabi böyle konuşunca şu silah
kavramının beni rahatsız ettiğini sanma sakın! İşin başındayken belki rahatsız
edebilirdi ama şu an durumum bir kusur olamaz. Şu an ki durumum bana tanrısal bir
güç veriyor. Çalışkanlığımın, bilgiyi ve gerçeği aramaktaki azmimin bana
kattığı en büyük ödül oldu. Çalıştım, bilgilendim ve gerçeği arayarak beni ben
yapan şeyi ortaya çıkardım. Ben Cassiopeia oldum.
Çalışmalı evet çalışmalı ama nasıl? Bana bu konuda yardım etmelisin. KARAGÜL için onun faaliyetleri için kutsal ve ölmeye dahi değer bir amaç için ne yapmalıyım?" Ateşler saçan iki çift göze bakarak kendini anlatmaya ve meramını annesinin de bir an önce anlamasını istiyordu.
Parçalanan ilk cesetten sonra kasaba ayağa kalmış Cassi de soruşturmadan, ne olduğunu anlamadan karar verip uygulamaya koymuş, küçük bir pürüz olsa da amacına 2 değil 30 kişiyle ulaşmıştı. Tabi kahraman olarak değil, bir canavar olarak ünlenmişti.
Bundan sonra olacakları az çok hisseden Soreana ise durumu KARAGÜL tarikatında masaya yatırmış ve tarikat, Cassiopeia için en iyi yolun bu tarikat için çalışmaktan, öldürmekten ve krallar devirmekten geçtiğini anlamıştı. Bir günde 30 ölü onlar için yeterli bir nedendi.
Karanlık bulutlar yaklaşıyordu, ama bu karanlık, onlar için değildi.
Post a Comment