Header Ads

Eski Bir Hikaye: Bir Bardın Gözlerinde





 "Her şeyimi aldılar. Ben gaziyim, gazi! Yirmi beş sene önceki o koca haydut saldırısını, o kapıma dayanırken ellerinde tuttukları sancağı, o kalleşlere karşı ben göğe kaldırmıştım! Onları ara kapının önünden kim kovalamıştı? Babaları mı? Onlar daha kemer bile takmıyorlardı, kıçları çıkasıcalar! Kime gideyim ben? Kraliçeye mi? Muhafızları başımıza salan zaten o değ..." Demirci, bir anda kapısının önünde kara kapüşonlu birisini görüp korkuyla inledi. Fark ettirmediğini sandığı titrek bir sesle "Belki de o muhafızlar hak ettiğimi vermişlerdir. Hem onlar bizi koruyor! Değil mi seyisbaşı? Sana da gelmemiş miydiler? At toynağı gibi bakma suratıma, azıcık daha vergiden kim ölür yahu!"


İlk söylediklerini duyup duymadığından emin olamamış halde Ashe'e gözünün ucuyla bakıyordu. Kim olduğunu bilmiyorlardı. Herhalde onu annesinin casuslarından birisi sanıyorlardı. Korku ve beklenti dolu suratıyla ellerini ovuşturup Ashe'i henüz görmüş gibi mallarını tanıtmaya başladı. Davetkar bir sesle: "En asil müşterilerime en iyi mallar!" diye anlatmaya başladı. Elinde kısa bir Maryakazık kılıcı tutuyordu. Ashe, kimliği açığa çıkmadığı için rahatlarken kendini şehrin bu haline üzülür durumda buldu. Bir şey söylemeden yürüyünce demirci bir sıçramayla önünden çekilip arkasından yerlere kadar reverans yaptı. Alnı neredeyse karlara kadar değecekti. Kıkırdamasını durduran tek şey şehrin haline olan üzüntüsüydü.

Rüzgarın esintisi tüylerini ürpertiyordu. Siyah cübbesinin içinde üşüdüğünden değildi ama havada keskin bir his asılıydı. Yaban domuzu derisi ve kuzgun tüylerinden yapılma bu cüppe, onu şehirdeki her rüzgardan koruyordu. O keskin his tüm benliğine işliyordu. Soğuktan daha yırtıcı, derin, sıcak bir su kaynağının bile geçiremeyeceği bir ürperti...

Bu his, çocukken uykularına dadanan kırmızı tüylü kuzgunu hatırlatmıştı.





------Daredora'nın son kitabı "Bilmece Şampiyonları Tarihçesi" sesi duyulur.----------


Gölgeler hala sahiplerine asılı halde duruyorlarken, siyah bir kedi küçük, kızıl saçlı çocuğun kolları arasından kaçıp çamurlu suya atlamıştı. Kedi, suya değdiği anda sanki onun suçuymuşçasına Ashe'e tıslayıp hanın penceresine zıpladı. Çocuğa bir kez daha bakıp telaşla pencereden içeriye doğru kayıverdi.

Çamurları sıçrata sıçrata koşan çocuk da kedinin arkasından pencereye tırmanıp "Zibik, gel buraya zibiik!" diye çığlık atmaya başlamıştı. Pencereye tırmanmaya çalışması da cabası.

Pencerenin ve kapının kenarlarından ismini yalanlarcasına ışık haleleri yayılıyordu. Tabelada yazan "Uykuluk" yazısı, içeride başarabilenlere uyumaları için bir yatak olduğunu da anlatmaya çalışıyordu.



Sokağın gürültüsünün dışında, tüm pürüzlerin arasından, sanki hikayenin en önemli yerindeymiş gibi içeriden çarpık bir bağırtı gelmişti. Yoldan geçenler dahil herkes ne olduğunu merak edip hana yanaşmıştı. Hanın içi ve kapının önü sükunete bürünmüştü. Ne soğuk, ne de ayaklarına işleyen kar umurlarındaydı. Önemli olan tek şey, içeriden duyulan sesti.




Hiç yorum yok