Header Ads

Cassiopeia: Ben Cassiopeia'yım, Bir Du Couteau'yum! | Bölüm 6



Gözlerinin önündeki manzarayı inkar edercesine yatağından kalktı. Geceliğini sırtına geçirdi ve aynada kendisini izledi. Artık eskisi kadar umutsuz hissetmiyordu. Bedenini bir yılan vücuduyla paylaşıyordu. Vücudunun alt kısmı ona artık yabancı gelmiyordu, hatta bu durum hoşuna bile gitmeye başlamıştı. İnsan... İnsan, yılan olmayı bile kabullenebilirdi, yeter ki buna dayanabilecek bir gücü olsun.


İçinde farklı bir ses yankılanıyordu. "Evet Cassi, sen kesinlikle bir mucizesin!" Kalp atışları artık yeterince hızlı değildi, bedeni soğuktu ama bu söz onun buz gibi bedenini bile yakabilecek güce sahipti. 

O, Noxus İmparatorluğunun ileri gelen ailelerinden birinin önemli bir üyesiydi. O, Du Couteau'ydu, imparatorlara yol gösterenlerdendi. O, seçilmiş kişiydi.

Kardeşi Katarina ve babası General Du Couteau Ionia işgali hazırlıkları için kuvvetlerinin başına çağrılmıştı. Tarikatın bir diğer üyesi olan annesi ile baş başaydı. Seçilmiş kişi olarak Kara Gül için çalışmak onun için bir onurdu. Görev dağdan ağır, güç ateşten sıcaktı.  

Artık birçok şey değişmişti, Kara Gül içerisinde bile sallantılar vardı ama tarikat asla yolundan ayrılamayacak bir ok gibiydi, görev daima bitirilmeliydi.



Jericho Swain, kuzgunların efendisi, iblisin kovuğu Yüce General Boram Darkwill'i devirmişti. Tarikat yüzyıllardır elinde tuttuğu gücü yitirme tehlikesi altına girmişti. Bu kabul edilemezdi, ya iktidar değiştirilmeli ya da sindirilmesini sağlayacak bir güç bulunmalıydı. İşte o güç Cassiopeia'nın göreviydi. Şimdiyse görevinin başarısızlığını tüm vücudunda hissedebiliyordu. Dişlerinde, saçlarında, ellerinde ve de... Artık bacakları yoktu, artık eski güzelliğinin sadece bir yansımasıydı. Başarısızlık ona hak ettiğinden de fazlasına mal olmuştu. Belki de... Belki de bu bir ceza değildi.

Artık eskiyi eskide bırakma zamanı gelmişti. Ne bir pençe, ne sivri bir diş ne de bir kuyruk onu yolundan alıkoyabilirdi. Başarısızlık bulutlarını aklından çıkarmalıydı, asıl önemli olan yeni yaşamıydı. Nasıl hayatta kalabilir, bu yeni "güçleri" nasıl kullanabilirdi? Bunu düşünmeliydi. Dünya, Cassiopeia'nın gücünü hissetmeliydi.

Parmaklıkları andıran penceresinden tüm düşüncelerin ötesini dinledi. Aşağıdan sesler geliyordu, bir kadın çığlığı, kırılan şişelerin sesi ve kovulan iki Noxus askeri. Onları daha önce de görmüştü, aynı sokağın ilerisinde su taşıyan genç bir kadına sataşırken, küçük bir kızın elbisesini çekiştirirken ve şimdi de ona içki getiren bir çocuğu taciz ederlerken. Noxus nasıl bir yer haline geldi? Ben neden bu izbe sokakta kalmak zorundayım? Ben Cassiopeia'yım,  bir Du Couteau'yum!
 
Kan akışını yavaşlattı, geceliğini düzeltti ve aklına gelen düşünceleri bastırdı. Gecenin karanlığında, ışığa ihtiyaç duymaksızın baktığı gözlerle sürünerek bulunduğu evin çatısına tırmanmaya başladı. Bu rutin onu dinlendiriyordu. 


Sessizlik... Bu tiksindiği yerin ötesinde bir şeyler hissediyordu. Şehri duyabiliyordu, loş ışıklarını görebiliyor, değişimi hissedebiliyordu. Çatılarda sürünmeye başladı.

İki sarhoş Noxus askerinden biri başka bir hana doğru yönelmeye başladı. Diğeri ise karanlığın içerisinde amaçsızca yürümeyi seçmişti. Lezzetli bir karardı.

Tekinsizliğin kol gezdiği bu yollarda bir asker bile korkardı. Başına neler gelebileceğini düşünen Cassiopeia, içinde kana susamış açlığının yükselmesine izin verdi. Ve harekete geçti. Tuzak, hazırdı. Av, korkunun verdiği adrenaline ulaşmalıydı.

Asker, hemen yanı başına düşen bir şeyle irkildi, yerinden sıçradı ve ondan beklenmeyecek bir tavırla haykırdı. 

"Kim var orada!" 

Sarhoşluğu sesinden okunsa dahi korktuğunu kimse söyleyemezdi.

"Orada olduğunu biliyorum. Oyun mu oynamak istiyorsun? Gel ve benimle oyna, ama önce karşıma geçmeye cesaret bul!"

Askerin heyecanını hissetmişti. Bu, beklediğinden de farklı bir durumdu. Korku yerine heyecan. Cassiopeia kanının daha hızlı aktığını hissetmeye başladı. Bu... Bu çok zevkliydi.

"Biliyor musun, böyle aptalca oyunlardan sıkıldım. Cesur musun, kendini böyle mi adlandırıyorsun? Hadi gel seni gerzek kahraman. Kimsin sen? O aç cılız hırsızlardan mı yoksa yüce gönüllü, içi pislik dolu kafir hedonistlerden misin? Sana son kez söylüyorum talihsiz herif, ortaya çık ve kaderine razı ol!"

Askerin sesinde alkol etkileri hafif hafif görünse dahi vücudunun bir yay gibi gerilmiş olduğu görünebiliyordu. Cassiopeia vücudunu doldurup taşan dürtüyü serbest bıraktı. Kan, taze et ve adalet. Av, ona beklemediği bir haz getiriyordu. O artık bir insan değildi.


Asker, karanlığın ortasında sadece tek bir ses duymuştu. Fısıldamaya benziyordu, daha çok tıslamaya. Boğazından akan kanlar çığlıklarını yutuyordu. Ölümün gözlerinin içerisine baktı, vücudu kaskatı kesilmişti ama korku göz bebeklerinden dışarı akıyordu. Ölüm asla ani değildi. Ölümün tüm tadını hissediyordu. Ne ayakları ne de kollarını oynatabiliyordu. Yapabildiği tek şey acının alışılmadık sancılarıydı.

Sokağın ortasında parçalanmış bir beden duruyordu. Etrafında kırmızı bir gölcük oluşmuştu. Üzerindeki giysilerin ne olduğu dahi anlaşılmıyordu. Sabahın ilk ışıklarında su taşıyan genç kadının çığlıkları kulağında çınlıyordu. Taşıdığı çanağı düzenli taşların arasında kırılmıştı. Katılaşmış kan, suyun tüm akışkanlığını canavarca emmeye başlamıştı. Görüntü... Kimine göre bir vahşetti, kimine göreyse...

Daha öncesinde birilerinin ölmesi için bir nedene ihtiyaç duyardı. Artık sebep aramaya gerek yoktu. Sebep oydu, dişleri, içinde büyüyen ateş ve bedeninin tamamı! Artık nedenler yoktu, istekler ve dürtüler vardı. Hayvani düşüncelerinin ona ne kadar zevk verdiğini düşündü. Vücudunu örten giysiyi kaldırıp bedenine sevgiyle baktı.

O seçilmiş kişiydi, güzelliğin değiştirilemez hali. Ölümün zarif düşüncesi.

Boğazlanmayı bekleyen ürkek koyunlara acımazsınız. Ölüm, onların yaşam amacıdır. 

Kan, taze et ve ölüm.

Tsss... 



Hiç yorum yok