Eski Bir Hikâye: Ashe | Kraliçenin Gölgesinde
Ateşin örttüğü sarkacın üzerinden zayıf bir gölge hızlıca geçmişti. Gölgeler henüz erişkin hale gelmemiş, güneş hala karların üzerinde gezinir haldeydi.
İki muhafız, kadim zamanlardan beri gelen soğuğun kıyısında, rüzgarın yanı başında duruyorlardı. Bunlar garip zamanlardı. Bölgelerin kabilelere, kabilelerin çetelere ve çetelerin bile içlerinde küçük birliklere ayrılıp birbirleriyle savaştığı zamanlardı.
Özgürlük, sadece Kemanbeyi'nden, Göğünsesi'nden kalma bir kelimeydi. Güçlüsü veya güçsüzü fark etmeksizin Freljord'un yürek taşıyan her bireyinin uğruna ölmeyi seçeceği bir kavram...
Issız ve kurak toprakların biraz dışında, kadim soğuğun biraz olsun toprağı rahat bıraktığı bir yer vardı. Yumuşak toprağın onları kandıramadığı, yürümek için mızrağına tutunmak zorunda kalsa bile barışı aklına getirmeyecek olan insanlardı bunlar, Avarosalılar.
Uzun olan "Asla annesi gibi olamayacak" diye hayıflandı. Diğeriyse bir umursamazlık halinde mızrağını dengeli bir şekilde uzun olana vurdu. Soğuk morarmasını engeller herhalde diye düşündü.
"Biliyorum tabii" dedi sıkkın bir sesle. Vurulan yeri okşuyor, yüzünü ekşitmemek için kaslarını geriyordu. "Ama baksana, annesine neler söylediklerini duymadın mı? BARIŞTAN BAHSEDİYOR. Hah! Hangi barıştan?
Bunu o mu sağlayacakmış, kısa bacaklı küçük bir kız mı? Annesi bunu denemedi mi? Neler feda ettiğini görmüyor mu? O lanet kı..." Bu sefer ki mızrak darbesi düz bir açıyla kafasına gelmişti. Anında kalenin şehrin içine çıkan taşlı yolunu çift görmeye başlamıştı. Etrafında dönen parlak yıldızlar da cabasıydı.
Genç muhafız susuyordu ama dişlerini olabildiğince sıkmıştı. Onunla beraber nöbet tutmaktan nefret ediyordu. Her ne olursa olsun yanındakinin haklılık payı da yok değildi hani. Ama bunca körlük? Hah, ona neydi ki. Nefreti kendisini yavaşça umursamazlığa, oradan da gevşemeye bırakmıştı.
Alevin gizlediği gözler dikkatlice ona bakıyordu. "Naria!" diye inledi genç adam. Göz, muhafızı fark ettiği anda daha da açıldı ve alevlerin arasında hızlıca kayboldu. Muhafız gevşemenin verdiği umursamazlıkla sessizce "Naria..." diye sayıklamaya devam ediyordu.
Ateşin içinden uzaklara bakmaya başladı. Gözleri acının varlığını unutuyor, alevlerin arasında kayboluyordu. Yatağında olmalıydı. Naria onu bekliyordu. Alevler arasında saçları dalgalanıyordu. O sarı ve uzun saçlar. Bir çift göz alevlerin kenarında yavaşça belirdi. Mızrağına dayanıp gözlerini kapatmıştı.
Ah Naria, o mavi gözleri yok muydu...
Birazdan üşüdüğünü fark edecekti.
Kalenin kenarındaki iki korkuluğu atlatmak pek zor olmamıştı. Bugün de pek bir sorun çıkmamıştı. Artık şehir ayaklarının altındaydı.
Birkaç iri çocuk büyük bir kuşburnu tezgahının önüne toplanmıştı. Diğer tezgahlardan daha çok korumaya sahip olmaları, onların son zamanlarda daha da değerlendiğini gösteriyordu.
Savaştan korkmayan yabancı tüccarlar da orada tezgahını açmıştı. Bunlar Büyük Çığ gününün yaklaştığını gösteren işaretlerdi. Buzun kırılışını kutlamak amacıyla Freljord'un dört bir yanından insanlar geliyordu.
Post a Comment