CASSIOPEIA: İLAHİ GÜCÜN YOLUNDA, DÖNÜŞÜMÜN EŞİĞİNDE... B5
İLAHİ GÜCÜN YOLUNDA, DÖNÜŞÜMÜN EŞİĞİNDE...
CASSIOPEIA
Dağlarda, bayırlarda, çöllerde tıpkı bir suyun serabını
görür gibi, tıpkı engin düzlüklerde bir gölge arar gibi gücü arıyordu
Cassiopeia. Elinde yerin kalınlığını, toprak yapısını ve derinliği ölçmeye
yarayan bir alet, sırtında kilolarca kitap kah, sağına bakıyor bir taşın
duruşunu ve güneşe olan açısını, kah bir kaktüsün konumunu, ortasını yarıp
sıvısının derecesini ölçüyordu. O kadar kaptırmıştı ki kendini, kimseyi ne
duyuyor ne de işitiyordu.
Aylar süren aralamalarda iyice yorgun düşen Cassi, terkedilmiş
çok eski bir mezarlık gördü. O kadar heyecanlandı ki ağızının içinde eveleyip
geveliyordu. Bu durum ona refakat eden askerlere, Cassi'nin konuşma
yetisini kaybettiğini düşünmelerine yol açtı ama neyse ki uzun bir güçlüğün
ardından konuşabildi;
Yıllardır özlemini çektiği, uğrunda onlarca kişiyi daha değişime uğramadan katlettiği o yükselişin yaklaştığını hissediyordu. Gerçekten de istediği, arzu ettiği o gizemli gücün kaynağını bulmuştu. Aradığı o mezarlık burasıydı. Zira bir şeyler ölçmeye ya da deney yapmaya gerek yoktu. Bu gücü damarlarında hissediyordu. İşte gelmişti, doğru yer burasıydı. Annesine verdiği sözü tutabilmiş işin en zor kısmını atlatabilmişti.
Artık geriye kalan bu gücün kaynağını, bu sınırları belli
olan mezarlıkta aramaktı. Tabii bundan önce halletmesi gereken başka konular da
vardı. Gücü ele geçirmeden önce arkasında şahit bırakmak istemiyordu. İşe ilk
Sivir’den başladı ve hançerini ona yöneltti. Ancak işin içinde bir gariplik
olduğunu sezen Sivir, tam kaçmaya çalışırken bir şey oldu! Bir ses, bir
gürültü. O da ne! Heykel sandıkları bir yaratık Cassiopeia’ya saldırmıştı.
Gözleri iri iri açılan Sivir, olayın dehşetiyle olduğu yerde kala kaldı.
Canavar, sivri dişlerini Cassiopeia’nın etine geçirmişti. Duyduğu
acının tarifi anlatılamaz bir biçimde tüm bedenini sarıyordu. Genç kadın
çığlıklar ve haykırmalar içinde düşümün geri dönülemez anına girmişti. Isırılan
yer karın bölgesinin en sağında yer alıyordu. İhanete uğrayan Sivir, yardım
konusunda ilk sıralarda gönülsüz olsa da Du Couteau ailesinin kızını bu halde
bırakıp gitmek zaten intihardan farksız olurdu.
Bu nedenle Cassiopeia’nın gelirken yanında tuttuğu paralı
askerlerle beraber Sivir, Cassi’yi Du Couteau’ların Urzeris'te kaldıkları eve
getirdi. Gözlerine inanamayan Soreana ise kızının geçirdiği dönüşüm karşısında
dehşete kapıldı. Ayrıca Cassi, kendinde de değildi. Konuşamıyor, uyuyamıyor ve yemek
dahi yiyemiyordu. Zaferle gelecek ve onu gururlandıracak kızı işte gelmişti ama
zaferle değil! Zira o değil bir zafer, daha temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak
bir haldeydi ve kızına baktı!
O BENİM İFTİHARIMDI… O VARLIĞIMIN EN DEĞERLİ İNŞASIYDI…
Onu yetiştirmiş, ona bildiği her şeyi öğretmişti, onu bir savaşçı yapmıştı. Kendi başarmıştı,
tek başınayken ona her şekilde yardım etmişti. Cassi onun duruşuyla,
iradesiyle, kıvrak zekasıyla ve dövüş sanatlarında ki başarısıyla ve ilahi gücü
getirmesiyle birlikte, her bir şeyiyle onun eseri olacaktı. KARAGÜL’ÜN yılmaz
savunucusu ve muhafızı olacaktı.
O, kendisinin yegane vedar-ı iftiharı olacaktı. Kızıyla gurur
duyacak; onunla her türlü zorlukların, sıkıntıların üstesinden gelebilecekti ama
şimdi kızının gözlerine baktığında koca bir hayal kırıklığı gördü. Zira görevi
başaramadığı gibi birde saldırıya uğramış ve kendini savunamamıştı. Verdiği onca
eğitim ve çaba hepsi ama hepsi boşa gitmişti.
Gözleri dolu dolu kızına bakan Soreana, kızgın ve fevri bir
ses tonuyla evin kullanılmayan diğer alanı olan anıt mezarlığa kilitlenmesini
söyledi. Evin avlusunda askerlerin şaşkın bakışları arasında ani bir hareketle
arkasını dönüp evine giden Soreana, kapıyı kapattıktan sonra öylece yığıldı
kaldı. Öğretmen yanı gitmiş, şimdi de annelik yanı ağır basmaya başlamıştı. Kendi
kendine hiç durmadan şu kelimeleri mırıldanıyordu;
- O benim iftiharımdı… O varlığımın en değerli inşasıydı… O
en iyi öğrencimdi… O benim tek öğrencimdi…
Yığıldığı yerde kendi kedine konuşmaya başlamıştı, olayı kabullenmek istemiyordu. Bir süre, bu haftalar veya aylar olabilir, geçmiş gitmişti. Anne ve kızı sık sık olmasa bile iki, üç haftada bir, bir araya geliyor, konuşmaya çalışıyorlardı. İlk başlarda konuşma yetisini kaybeden Cassi, şimdi şimdi konuşabiliyordu. Kendine kızıyor, başarısız olmanın acısını en derinden yaşadığını annesine anlatmaya çalışıyordu.
Cassi; ne yaparsa yapsın, ne söylerse söylesin Soreana’nın suçlayıcı bakışlarından kurtulamıyordu. Üstelik annesi ona baktığında tiksiniyordu ve Soreana bu bakışları saklama gereği bile duymuyordu. Sonuçta onun da canı yanıyordu aslında , güzel ve zeki kızı gitmiş yerine karşısına gölgelerde sinsi sinsi gezinen, zehir tüküren ve taşı eliyle cam kırarmış gibi kırabilen canavarımsı bir sürüngen gelmişti.
Cassiopeia haftalar boyu ağlayıp dövünerek kaybettiği
hayatın yasını tuttu. Sonunda bir gün, dökecek gözyaşı kalmadı. Kendini
umutsuzluğun karanlık dehlizlerinden çıkardı. Kaderini kabul etmeye, hatta
belki bir gün kucaklamaya bile kararlıydı. Evet, umduğu Yükseliş'e erememişti
ama ölü Shurima ilahlarının büyüsünü ortaya çıkarmıştı. Tıpkı annesiyle planladıkları
gibi bu gücü KARA Gül'ün entrikaları doğrultusunda kullanacaktı. Üstelik gücün,
içinde günbegün büyüdüğünü hissedebiliyordu.
Ama sonunda neye dönüşeceğini şu an Cassiopeia bile
bilmiyordu.
Post a Comment